Vakti zamanında Anadolu’nun bir köyünde anne baba ve iki çocuğu yaşarmış. Çocukların biri erkek diğeri kızmış. O ailenin herkesi imrendirecek derecede neşe, mutluluk ve sevinç içerisinde dilekleri gerçekleşir, her şey gönüllerince olurmuş.
Oturdukları köyde gayet sevilen bu iki çocuk nice güzelliklerin içinde güle oynaya büyümüşler. Hep neşeleri yerindeymiş bu çocukların. Ta ki Anneleri ölene kadar. Anneleri ölünce bir süre sonra babaları evlenmiş. Üvey anne çocukları bir türlü sevmemiş, onlara karşı acımasız tavır sergilermiş. Bazen döver bazen aç bırakırmış. Üvey anne çocukları kenger toplamaları için bir gün dağa göndermiş. Kenger toplamaya giden kardeşlerden erkek olan kenger toplarken torbayı da kız kardeşi taşımış.
Akşama kadar bir hayli kenger toplanmışlar. Kengerleri toplayan erkek kardeş, kız kardeşinin sırtında taşıdığı torbaya atıyormuş topladığı kengerleri. Aksilik odur ki torba delikmiş akşama kadar toplanan kengerler eve gelene kadar tek tek düşmüş ve emekleri hep boşa gitmiş. Kengerlerin olmadığını fark eden erkek kardeş kız kardeşinden şüphelenmiş ve onun kengerleri yediğini düşünmüş. Annesinden gelecek şiddetti düşününce daha da korkmaya başlamış.
Kız ne yapıp ettiyse de inandıramamış en sonunda eğer inanmıyorsan aç karnımı bak demiş. Elindeki bıçakla kız kardeşinin karnını yarmış ve midesinin boş olduğunu ve kengerleri onun yemediğini görmüş fakat iş işten geçmiş. Kardeşi oracıkta can vermiş. Bu acı karşısında ve vicdan azabıyla erkek kardeş Allah’a acı acı yalvarmaya başlamış Allah’ım beni bir pepuk kuşu yap bu dünya durdukça dağdan daha uçup kardeşim diye sesleneyim.
O gece çocuğun dileği kabul olmuş ve oracıkta pepuk kuşu oluvermiş. Her baharın gelişiyle kardeşinin başucundaki ağacın üzerine konup kardeşi için ötüp dururmuş. O günden bu yana bu kuş, kardeşini öldürdüğü için herkese kendini ihbar edercesine öter dururmuş. Her bahar mevsiminde kengerin bitmesiyle beraber ve bu kuşunun acı ötüşü başlar ve hep bu şekilde devam edermiş.