Birileri karanlık bir senaryo çizdi, bizler de sahneye çıkıp rollerimizi oynadık.
Gazze dedik, Doğu Türkistan dedik, Afrika dedik, insanlık dedik… Peki ya şimdi?
Günün sonunda “Hak” vaki oldu, hepimiz bu yalan dünyada pert olduk. Bir zamanlar “Kendim için bir şey istiyorsam namerdim” diyen siyasetçilerimiz vardı. Oysa gördük ki, kendimiz için istemekten hiç geri durmadık. Asıl mesele, kendimiz için bir şey istememiz değildi. Yanlış olan, bu isteklerimize ulaşmak için her yolu mubah saymamızdı.
Gazze, bir çete liderinin yönettiği terör devletinin elinde yok olurken ne Müslümanlar olarak sesimizi yükseltebildik ne de insanlık olarak bir adım atabildik. Doğu Türkistan’da zulümler yıllardır sürerken, dünyanın dört bir yanında masum kanı akarken, biz yalnızca izlemekle yetindik.
Kendi evimizin ihtiyacını görmezden gelip, başkalarına gösterişli yardımlar yapmayı fazilet saydık. İnancımızın özünü unuttuk: “Evin ihtiyacı dışarıya helal değildir.” Yardım etmenin yanlışlığında değiliz elbet, ama kendi halkını ihmal ederek yapılan yardımda samimiyet olmaz.
Sorunların çözümünü aramak yerine, sorunlardan kendimize ne fayda çıkarırız diye düşündük. Zulmün karşısında dimdik durmak yerine, kendi konforumuza yaslandık.
Ve işte bugün, dönüp baktığımızda sadece şu sorular kalıyor geriye;
Hani Gazze?
Hani Doğu Türkistan?
Hani Afrika?
Hani insanlık?
“İnsanlığın asıl çöküşü, vicdanların sustuğu gündür.”
(“Bir cana kıyan, bütün insanlığı öldürmüş gibidir” Maide 32.)
Evet, sustuk ve çoğu zaman geç kaldık. Ama hiçbir şey için geç değildir. İnsanlık, yeniden el ele verildiğinde; Gazze’de, Doğu Türkistan’da, Afrika’da ve dünyanın neresinde olursa olsun zulmün üzerine umut güneşi doğacaktır.