Siyasi partiler demokrasinin olmazsa olmaz kurumlarıdır. Ancak bu kurumların hangi esaslara göre ve kimler tarafından denetleneceği sorusu, Türkiye’de yıllardır tartışma konusu olmaya devam ediyor. Bir partinin delegesi ve üyesi, sadece kongre salonlarını doldurmak için değil; partinin iç işleyişini demokratik tutmak, yönetime denge ve denetim mekanizmaları getirmek için var. Ne var ki, bu mekanizmalar kâğıt üzerinde kalsa da pratikte farklı ilerleyebiliyor.
Rakip partinin yönetimde olduğu dönemlerde yapılan denetimlerin ne kadar tarafsız olduğu, iktidar gücünün bu süreçlere müdahil olup olmadığı tartışması her dönemde gündemde. MHP Kongresi’nde yaşananlar ve sonrasında ortaya çıkan tablo, bunun en çarpıcı örneklerinden biri. Bir zamanlar aynı çatı altında toplanan milliyetçi kadrolar, iktidar baskısı ve iç çekişmeler sonucunda bugün beş ayrı partiye bölünmüş durumda. Devlet Bahçeli’den Meral Akşener’e, Ümit Özdağ’dan Yavuz Ağıralioğlu’na, Sinan Oğan ve Koray Aydın’a uzanan çizgide milliyetçi taban adeta parçalanmış görünüyor. AK Parti’ye katılan isimleri de eklediğimizde, bu sayının altıya çıktığı bir “dağılma tablosu” ortaya çıkıyor.
Şimdi benzer bir süreç CHP için mi yaşanacak sorusu daha yüksek sesle soruluyor. Özgür Özel’in genel başkanlığında, kayyum atamaları, mutlak butlan tartışmaları, yerel yönetimlerin yargı süreçleri, görevden almalar ve dış müdahalelerle boğuşan CHP, parti içi çekişmelerin ve dış baskıların eşiğinde yeni bir döneme giriyor. Milas’ta kongre hazırlıkları yapılırken, parti kulislerinde “iç savaş” ve “dış müdahale” söylentileri dolaşıyor. Bu atmosfer, CHP için ne kadar “rahat günler” getirecek, zaman gösterecek.
Muğla’da birçok kıdemli CHP’li, yaşananları yakından izliyor ve partinin büyüklerinin tavırlarına dikkat çekiyor. Hikmet Çetin ve Önder Sav gibi isimler yıllarca sadece makamlarıyla değil, sözleri ve hareketleriyle de partiye yön vermişti. 2010 yılında Mustafa Sarıgül’ün Türkiye Değişim Hareketi’nin (TDH) partileşme sürecinde yaşananlar hafızalardan silinmiş değil. İzmir mitinginde Hikmet Çetin’in “ağabey” sıfatıyla kürsüye çıkması, CHP’de Baykal’a karşı ayaklanmanın işareti olarak okunmuş, Milas Belediye Başkanı Fevzi Topuz’un makamında bile yeni genel başkan sinyalleri verilmişti.
O dönem, Baykal’a rağmen partililerin Kılıçdaroğlu ile fotoğraf çektirme yarışı hafızalara kazınmış, kısa süre sonra yaşanan kaset krizi ve “değişim” talebiyle CHP yeni bir döneme girmişti. Hikmet Çetin’in “TDH’ye götürdüğü” partililerini “evimize dönelim” diyerek geri getirmesi, güçlü Anadolu desteğine rağmen hareketin partileşemeden kapanmasına yol açmıştı.
Bütün bu örnekler şunu gösteriyor: Türkiye’de siyaseti kuran, kurgulayan, montajlayan, yazan, oynatan ve oynayan bir “ekip” hep var. Asıl mesele, bu ekibin içinde kimin, nasıl ve ne rol üstlendiği…
Bugün CHP, bir yandan iktidarın yerel yönetimlere yönelik hamleleriyle, bir yandan parti içi hesaplaşmalarla uğraşırken, bir yandan da “yeni parti” söylentileriyle karşı karşıya. Tarih tekerrür mü edecek, yoksa CHP bu sınavdan güçlenerek mi çıkacak, henüz belli değil. Ama görünen o ki, Türkiye siyasetinin denge ve denetim sorunu, partiler arası müdahaleler ve iç çekişmelerle daha uzun yıllar tartışılacak.