Geçtiğimiz günlerde sessiz ama yürekleri titreten bir ziyaret gerçekleşti. Ne büyük manşetlere konu oldu, ne uzun konvoylarla duyuruldu. Ne sosyal medyada viral oldu, ne de televizyonlarda yankı buldu. Ama o ziyaret, vicdanı olan herkesin yüreğinde iz bıraktı.
Güney Kore Cumhuriyeti’nin Türkiye Savunma Ataşesi Deniz Kurmay Yarbay Sim Pyo Lee, Milas’taki evinde Kore gazimiz Asım Dönmez’i ziyaret etti. Bu, ne diplomatik bir zorunluluktu, ne de görev icabı formalite bir uğrayış. Bu, bir milletin hafızasından silinmeyen bir borcun, yıllar sonra bile kalpten kalbe taşınan bir teşekkürüydü. Ziyareti Türkiye Muharip Gaziler Derneği Milas Şube Başkanı Mehmet Sarban duyurdu ve gelmek isteyen herkesi bu tarihi ana tanıklık etmek için davet etti.
1950’de Tanımadıkları Bir Toprak İçin Can Verenler
Kore Savaşı başladığında Türkiye, Birleşmiş Milletler çağrısıyla hiç tereddüt etmeden asker gönderen ilk ülkelerden biri oldu. Çoğu Anadolu’nun bağrından kopmuş binlerce Mehmetçik, adını bile bilmedikleri bir ülke için, kar kış demeden, barışı getirmek uğruna canı pahasına savaştı.
5.000’den fazla Türk askeri Kore’ye gitti.
721’i orada şehit oldu.
Yüzlercesi sakat kaldı, kimileri ise hayatı boyunca anlatamadığı acılarla yaşadı.
Bu insanlar kahramandı. Ama daha da önemlisi: onurlu ve sessiz bir vefaya layıktılar.
Kore Unutmadı. Peki Ya Biz?
Aradan 70 yıldan fazla geçti. Güney Kore gelişti, büyüdü, teknoloji devi oldu. Ama unutmamakta direndi. Her yıl Kore’de, Türk şehitleri için törenler yapılır. Türk bayrağı, minnetle dalgalanır. Koreli öğrenciler, okul kitaplarında Türk askerlerini birer kurtarıcı olarak öğrenir.
Ve bugün, Güney Koreli bir subay, Milas’ta, Aksaray’da, Yozgat’ta, Anadolu’nun çeşitli köşelerinde Türk gazilerinin kapısını çalıyor. Bir çiçekle, bir teşekkürle. Sessiz ama çok şey anlatan bir ziyaretle.
Peki ya biz? Onlar bizim köyümüzde, kasabamızda yaşarken kaçımız kapılarını çaldık? Kaçımız sorduk:
“O günlerde nasıldı? Ne hissettiniz? Bir şey lazım mı?”
Vefa Bir Lüks Değil, Bir Görevdir
Bu ziyaret, bir utancı da gözler önüne seriyor aslında. Çünkü biz, ne yazık ki vefayı yılın bir günü ile sınırlı tuttuk. 19 Eylül’de hatırladık, 20 Eylül’de unuttuk. Oysa vefa, sadece hatırlamak değil; unutmamayı ilke edinmektir.
Vefa, bir çiçek bırakmaktan daha fazlasıdır.
Vefa, bir insanın yaşarken kıymetini bilmektir.
Vefa, torunlarına anlatacakları bir ülke bırakmaktır.
DÜŞÜNELİM: EĞER UNUTAN BİZSEK, HATIRLAYAN KİM OLMALI?
Bugün Güney Koreli bir asker, bizim atalarımıza minnet gösteriyorsa, bu bizim için bir övünç değil, bir sınavdır. Çünkü hatırlaması gereken bizdik. O gazi, bizim mahallemizde yaşıyor. O gözler, bizim geleceğimiz için ağladı. O eller, bizim bayrağımız için silah tuttu.
Ve şimdi o eller titriyor. Belki bastonla yürüyebiliyor, belki gözü pek seçmiyor detayları. Ama kalbi hâlâ görevde. Bizimse çoğu zaman oraya bakmaya mecalimiz yok. Göz göze gelmeye cesaretimiz.
Sim Pyo Lee’nin Milas’taki ziyareti, aslında bir diplomatik jest değil; bir ayna. Ve bu aynaya her baktığımızda kendimize şunu sormalıyız:
“Biz kendi kahramanlarımızı unuttuysak, bizim geleceğimizin kimliği nasıl şekillenir?”
Vefa, hatırlamakla başlar ama gereğini yapmakla tamamlanır. Gelin, artık sadece tarihimize değil, tarih yazanlara da sahip çıkalım. Çünkü unutanlar, bir gün unutulurlar. Ama hatırlayanlar, daima anılır.
Haydi selametle…