Ülkemizde bulunan Suriyeli 3 096 150 kişi olarak belirtilmektedir. Geçici koruma altındaki Suriyelilere ek olarak, oturma izni ile Türkiye’de yaşayan Suriye uyruklu sayısı yaklaşık 75 bin olup, Türk vatandaşlığı almış Suriyeli sayısı ise Ağustos 2024 itibarıyla 104 bin 144’ü çocuk olmak üzere 238 bin 768 kişidir.
Türkiye’de geçici koruma altında Suriyeli sayısının 2 milyon 920 bin 119 olduğunu söyleyen İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 2017 yılından bu yana 763 bin 443’ünün geri dönüş yaptığını açıkladı.
Türkiye’ye göre Suriye teröre ev sahipliği yaptığı, su kaynaklarının paylaşımında sorun çıkardığı ve coğrafik olarak Türk toprak bütünlüğüne müdahalede bulunduğu için “düşman” ülke iken; Suriye’ye göre de Türkiye su kaynaklarını adil paylaşmadığı, batı ülkelerinin destekçisi olduğu, kendi toprakları (Hatay) üzerinde hak iddia ettiği için “Düşman”dı.
1998 yılında Adana Mutabakatının imzalanması ile olumlu yönde gelişen ilişkiler 2011 yılında Suriye İç Savaşı’nın patlak vermesi ile tekrar yerini gerginliğe bırakmıştır. 1998 ve 2011 arasındaki on iki yıllık dönem Suriye-Türkiye ilişkilerinin tek olumlu dönemidir.
1930’lu yıllarda Türkiye’nin Fransa mandasındaki Suriye sınırlarında bulunan Hatay üzerinde hak iddia etmesi ile başlayan gerginlik Güneydoğu Anadolu Projesi’nin yürürlüğe girmesi sonrasında ortaya çıkan su anlaşmazlıkları ile daha da artmış; Suriye hükûmetinin AB, BM ile NATO’nun terörist örgüt olarak kabul ettiği PKK ve ASALA’ya destek vermesiyle tepe noktasına ulaşmıştır.
Suriye, yani Esad rejiminin PKK ve ASALA’ya destek vermesi sonucu Türkiye’nin Suriye sınırı boyunca senelerdir PKK terör örgütü ile çatışma içerisindedir. Ne yazıktır ki, Suriye sınırımızın dışında da gerek İran ile gerekse Irak ile olan sınırlarımızda da bu örgüt faaliyet göstermektedir.
PKK örgütünün yanı sıra başka terör örgütleri de bulunmaktadır. İran, Suriye ve Irak’ta PKK ile bağlantılı olan örgütler mevcuttur. Abdullah Öcalan’ın lideri olduğu KCK, PKK ile aynı örgüttür. KCK İran’da PJAK, Irak’ta Tavgari Azadi, Suriye’de de PYD/YPG olarak adlandırılmaktadır. PYD/YPG’nin PKK ile ilişkisi açıktır. PYD/YPG 2003 yılında PKK terör örgütünün kontrolü altında kurulmuş olup, iki terör örgütü, aynı lider kadrosu, örgütsel yapı, strateji, taktik, askeri yapı, propaganda araçları, mali kaynaklar ve eğitim kamplarını paylaşmaktadır.
DEAŞ terör örgütünün Suriye’de etkinliğini artırmasıyla PKK/KCK’nın Suriye yapılanması olan PYD/YPG terör örgütü, “DEAŞ ile mücadele” iddiası üzerinden kontrol ettiği alanlarda özerk yapı oluşturma faaliyetlerine girişmiş ve bölgesel istikrarsızlıktan faydalanarak Suriye’nin kuzeyindeki toprakların bir kısmına el koymuştur. PYD/YPG terör örgütü, kendince Suriye’de ‘kanton’ olarak ifade ettiği bu bölgelerde terör ve baskı yoluyla kontrolü sağlayarak demografik yapıyı değiştirmeye yönelik faaliyetlerini sürdürmüştür. PYD/YPG, otoritesini kabul etmeyen bölgedeki Arap, Türkmen vb. yerleşik halkları yok saymış, göçe zorlamış, mülklerine el koymuş, tapu ve nüfus kayıtlarının bulunduğu binaları kundaklamış, mevcut belgeleri yok etmiş ve baskıcı yöntemlerle zorunlu askerlik adı altında çocukları silahlandırmıştır. Bu yöndeki insanlık suçu içeren faaliyetlerini artırarak devam ettirmektedir.
Bütün bunların yanı sıra Türkiye’nin Suriye’de bulunmasının amacı ne olabilir? Terör örgütleri olarak bilinen örgütler tarafından Suriye’nin işgal edilerek Esad rejiminin yıkılmasında Türkiye’nin rolü nedir.?
Eğer tek gaye gerçekten Suriyeli mültecilerin geri dönmelerini sağlamaksa ve arzu edilen Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin teminiyse, o halde Türkiye neden Suriye ile masaya oturmaz?
Erdoğan iktidarının nasıl büyük bir çelişki ve açmazla karşı karşıya olduğunu gösteren bir diğer önemli nokta da şu: Rusya, Suriye ordusunun bu operasyonlarını hava bombardımanı ile destekliyor. Ama iş diş geçiremeyeceği ve hatta Erdoğan iktidarını ile ilişki ve iş birliğini ABD ile egemenlik mücadelesi için kullanan Rusya’ya gelince “Rusya ile dostluğumuzun sürmesine özel önem veriyoruz” diyor, demek zorunda kalıyor Erdoğan.
Geriye bir tek soru kalıyor: Acaba hangisi gaflet; ülkeyi ve halkı bu kadar büyük tehdit ve sorunlarla karşı karşıya bırakan bir politikayı sorgulamak mı, yoksa bu politikada ısrar etmek mi?