Büyük Orta Doğu projesi, 21’inci yüzyılın ilk on yılında, özellikle Müslüman dünyasından İran, Türkiye, Afganistan ve Pakistan ile çeşitli ülkeleri kapsayan, Amerika Birleşik Devletleri’nde George W. Bush yönetimi tarafından ortaya atılan siyasi terimdir.
Tarihsel süreçte pek çok uygarlığın uğrak alanı olan Ortadoğu Bölgesi, aynı zamanda yeraltı kaynakları, özellikle petrol, açısından oldukça zengin bir coğrafyadır. Bu özellikleri başta Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok devletin gözünün üzerinde olmasına ve iştahının kabarmasına neden olmuştur. Nitekim söz konusu ülkeler zayıf ve güçsüz bir konumda olan bölge halklarının kaynaklarını sömürmek için çeşitli zamanlarda birçok proje hazırlama yoluna gitmişlerdir ki, işte Büyük Ortadoğu Projesi de bunlardan biri ve belki de en dikkat çekicisidir.
Büyük Ortadoğu projesinde, Türkiye’nin İslam dünyasındaki “demokratik İslam” örneğine en yakın ülke olduğu, bu durumu laiklik anlayışına borçlu olması ile birlikte ülke halkının ABD’ye karşı Kemalizm ve milliyetçilik gibi akımlar nedeniyle olumlu bakmadığına yer verilmiştir.
BOP’un hazırlanış gerekçelerini anlayabilmek ve uygulamanın nasıl olabileceğini dair öngörülerde bulunabilmek için, konuya ışık tutabilecek bazı tarihi saptamalar yapılması uygun olacaktır. Aslında daha eskilere dayanmakla birlikte BOP’un diriliş noktası, 11 Eylül 2001’deki uçaklı intihar saldırılarıyla ABD’yi çok ciddi şekilde sarsan ve bütün dünyaya korku veren “Küresel terörizm”dir.
TSK’nin sert uyarıları nedeniyle artık resmen dile getirilmekten kaçınılsa bile, Türkiye bu projede hala “ılımlı İslam için örnek / model ülke”dir. Bu nedenle Türkiye’ye doğrudan veya dolaylı ekonomik yardım ve yatırımlar artarak devam edecek; ancak bu yardımlar ABD’ye bağımlılığı arttıracak mahiyette olacaktır.
Büyük Ortadoğu Projesi, resmen uygulamaya konulmuş bir proje olmasa da, Ortadoğu ülkelerinin İslami açıdan sınıflandırılması ve hangi İslami sınıfın ABD’nin çıkarlarına hizmet edip, hangisinin tehdit oluşturabileceğinin altının çizilmesi projeyi oluşturan unsurlardan biri olması açısından önem taşımaktadır.
Bugün, Türkiye’de de konusu çokça geçen “ılımlı İslam” ülkesi tartışmaları, kaynağını büyük bir olasılıkla ABD düşünce kuruluşlarının hazırladıkları raporlardan almaktadır.
Türkiye 1950’lerden itibaren batı yanlısı politikalar izlemiş ve bu nedenle bölge ülkeleri tarafından Türkiye’ye hep kuşkuyla bakılmıştır. 1960’larda ise 50’li yıllarda iyice uzaklaştığı bölgeye yüzünü dönmüş ve Ortadoğu ülkelerine karşı ılımlı bir politika izlemiştir. Bunun nedeni, Johnson mektubu ve Kıbrıs sorununda uluslararası arenada yalnız kalması sonucu batıya duyduğu tepki olmuştur. 1960-1973 arasında, Türkiye Ortadoğu ülkeleriyle kopan ilişkileri iyileştirmeye çalışmış,1967 ve 1973 Arap İsrail savaşlarında Arapların yanında yer almasa da sözlü destekte bulunmuş ve batıdan uzaklaşmıştır. 1967 savaşında NATO üslerini Araplara karşı girişilecek saldırıda kullandırmayacağını açıklamış ve Suriye ve Mısır’a yiyecek, giyecek ve ilaç yardımında bulunmuştur. Savaş sırasında, Türkiye ABD’nin yanında görünmekten kaçınmış ve bu yolla Araplara yakın bir tutum almıştır. Hatta, savaş nedeniyle Arap ülkelerinin birçoğuyla diplomatik ilişkileri kesilmiş bulunan ABD’nin, bu ülkelerle olan ilişkilerini Türkiye aracılığıyla yürütme teklifine, Türkiye yanaşmamıştır.
15 Ağustos 1990 tarihinde, eski Başkan Bush Pentagon’da yaptığı konuşmasında, dünyanın büyük petrol rezervlerinin kontrolünün Saddam Hüseyin’in eline düşmesi durumunda Amerikan yaşam tarzı, özgürlüğü ve müttefik ülkelerin özgürlüklerinin tehlikeye düşeceği vurgusunu yapmıştır
1980’lerin sonunda ve 1990’ların başında, ABD’nin Körfezdeki en büyük endişesi, güç dengesinin İran ya da Irak lehine değişme ihtimali olmuştur. Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesine göz yumulduğu takdirde, Irak petrol kapasitesini ikiye katlayacak ve Ortadoğu’da İsrail’den sonra en büyük ekonomik ve askeri güç haline gelebilecektir. Kuveyt’i ele geçirdikten sonra, diğer Arap devletlerini işgal etmese bile, Irak bu ülkelere politikalarını empoze edebilecektir. Bu durum ABD açısından, gerek petrolün güvenliğini gerekse de ABD’nin ve Batılı devletlerin bölgedeki ekonomik çıkarlarını tehlikeye sokabileceği için kabul edilemezdir
TSK’nin sert uyarıları nedeniyle artık resmen dile getirilmekten kaçınılsa bile, Türkiye bu projede hala “ılımlı İslam için örnek / model ülke”dir. Bu nedenle Türkiye’ye doğrudan veya dolaylı ekonomik yardım ve yatırımlar artarak devam edecek; ancak bu yardımlar ABD’ye bağımlılığı arttıracak mahiyette olacaktır.
Türkiye’nin Amerika ya bu şekilde ki bağımlılığının, Amerikan yandaşı olan İsrail ile olan yakınlığımızı da ortaya koymaktadır.
Özetle söylemek gerekir ise, yurdumuzun bu konuda ki geleceği başımızda bulunan iktidarın, İran- İsrail ve Amerika üçlüsü ile olan ilişkilerine bağlı olacaktır.