(1. Bölüm)
Kainat yaratılmamıştı, insanda yaratılmıştı. Köklerimiz çok daha ötelerdeydi. Bütün zamanların, kadim Uygarlıkların imbiklerinden süzüldü oyunlarımız. Sevdalarımız ağıtlarımız oyunlarımızda türkülerde dile geldi. Hayatlarımız oyunların ritimleri oldu.
Oyunlarla yoğurduk, gönlümüzce şekil verdik bu coğrafyaya. Unutulsa da, bir kenara bırakılsa da, üzeri küllense de yine de bizi yakan kor ateştir yüreğimizde oyunlarımız. Bizi biz yapan, bu toprağın eseri oyunlarımız. Huzurumuz, dinginliğimiz, sonsuzluğumuz…
Ve şimdi zaman bir ejder gibi ensemizde soluyor. Kaosların saltanatında cinler tef çalıyor. “Hız”ın tutsağı tepe taklak hayatlar.! O kadar hızlı gidiyoruz ki ruhlarımız geride kalıyor. Bu hızla neyi arıyoruz? Neyi arıyorsak “0”yuz. Bizim gönlümüz ve gönlümüzün aradığı “İNSAN” dır. Oyunlarımızda insanımızın hikayesi… Bir ulu çınarın altında duru bir pınar başında oturun ve zamanı başka boyutlara taşıyan, gökteki gümüş çağlara bırakın kendinizi. Bırakın önünüze serilsin huzurlu düşüncelerimizin resmi geçitleri.
Ve biz sizlere göçmen kuşların kanatlarında oyunlarımızı gönderelim.
HEM OKUDUM HEMDE YAZDIM
Osmancık ilçesi Hacı Hamza Köyündeyiz. 30’lu yıllar. Köklü bir ailenin oğlu olan Mehmet Bey herkesin sevgisini, saygısını kazanmış, bilgili, kültürlü biri. Kucağında yeni doğmuş olan oğlunu sevmektedir. Ailede herkes mutlu, herkes sevinçlidir. Derken bir telgraf gelir, Çorum’dan hükümetten. Görevdir gidilmesi gerek. Öylede yapar. Atına atladığı gibi bir adamıyla yola revan olur. Vakit akşama doğrudur. Yolun dar boğazında eşkıyalar çıkar karşısına. Mehmet Bey yanaşmaz bu eşkıya bozuntularının isteklerine. Böyle insanlara hadlerini bildirmelidir can pahasına da olsa. Yarınlar kurtarılmalıdır bu çapulcuların elinden. Bir anda kurşunlar vızıldamaya başlar. Mehmet Bey adamıyla ağacı siper edinir. Çarpışma uzar, mermileri azalmıştır. Bunu anlayan eşkıyalar kurşun yağdırırlar. Sonunda Mehmet Bey yere düşer, adamı derseniz ağır yaralı kendinden geçmiş baygın durumdadır. Neden sonra adam ayıkıp bir bakar ki sağ yanında Mehmet Bey’i cansız yatmaktadır. Bir ağıt başlar Hacı Hamza Köyünde. Kimi beşikteki iki günlük yavruya üzülüyor, kimi Mehmet Bey’in yiğitliğini dillendiriyor. Ve türkü oluyor dilden dile gönülden gönüle yankılanan…
UZUN İNCE BİR YOLDAYIM
Bir ağıtla başlar yolculuk hikayemiz, Gözlerimiz dahi açılmamıştır, Menzilimizde gülistan var, lakin, yolumuzda çakıl ve dikenler de mevcut. Sabır gergefinde aykırı motiflerin gelgitlerini yaşarız. İçten dışa seferler düzenleriz. Bazen sarhoşluğumuzdur hayat, bazen duru bir pınar akışı. Bütün zamanlan kuşatmış ruhlarız, kim bilir belki de ruhunu kaybetmiş serseri zamanların şaşkınlarıyız.
Ve gün olur devran döner de Samanyolu’nda, ay huzmeli zaman dilimlerini yad ederiz. Geleceğimizi emzirip dururken düşüncelerimizde bir de bakmışız ki geçmişin hatıralarına dalıvermişiz. Belki de ne olup bittiğini anlayamadan geçip giden zaman yolculuğunda karşımıza bir kapı çıkar. İki kapılı hanı ikinci kapısı iki dünyadan sadece birine açılacaktır. Selam; hayat yolculuğu boyunca güzelliklere imza atanların üzerinedir. Ağıtla başladığımız hayattan ağlayanlar yoku edeceklerdir.
HEKİMOĞLU
Hekimoğlu fakirdir, yoksuldur, babadan da yoksundur. Garip anasıyla o bölgenin tanınmış, zengin bir Gürcü beyinin yanında çalışmaktadır. Akıllıdır, çalışkandır. Neden Hekimoğlu denir bilinmez. Davul dengi dengine derler ya, gönül işinde bu olmuyor. Sevdalanır Hekimoğlu zengin beyin narin, güzel, alımlı kızı Ayşe’ye. Ayşe’nin de gönlü Hekimoğlu’ndadır. Hal böyle olunca olanlar olur. Hekimoğlu artık dağlardadır. Tüfeğine bir de ayna takmıştır. Bu sayede düşmanının gözünü kamaştırarak hedef şaşırtmaktadır. Bir gün Hekimoğlu yine kıskaca alınır. Kıskaca alanların içinde Bey de vardır. Bey Hekimoğlu’na teslim olmasını söyler. Hekimoğlu “Gelme Ağam Yoksa Vururum” karşılığını verir. Beyin ısrarı karşısında Hekimoğlu çaresiz o’nu vurur. Çetin bir çatışma olur. Hekimoğlu çemberden çıkar çıkmasına da artık ölümcül yaralar almıştır. Fazla uzaklaşamaz. Türküsü uzak zamanlara yollanır.
(Devamı gelecek makalemizde)