Millî Mücadele’nin (1919-1922) zaferle sona ermesinin ardından İsviçre’nin Lozan kentinde toplanan uluslararası barış görüşmeleri sonucunda 24 Temmuz 1923’te imzalanan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal ve iktisadî bağımsızlığını uluslararası alanda tescil eden anlaşma Lozan Anlaşmasıdır.
Bu antlaşmanın 12. maddesi; İmroz ve Bozca Adaları ile Tavşan Adaları dışında, Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semendirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17/30 Mayıs 1913 günlü Londra Antlaşmasının beşinci ve 1/14 Kasım 1913 günkü Atina Antlaşmasının on beşinci Maddeleri hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 günkü Londra Konferansında alınıp 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükümetine bildirilen karar, işbu Antlaşmanın İtalya’nın egemenliği altına konulan ve on beşinci Maddede yazılı olan adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile doğrulanmıştır. Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Antlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.
Barışın korunmasını sağlamak amacı ile, Yunan Hükümeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adalarında hiçbir deniz üssü ve hiçbir istihkâm kurulmayacaktır. Yunan, savaş uçakları ve öteki hava araçlarının Anadolu kıyısındaki topraklar üzerinde uçması yasaklanacaktır.
Ya Kıbrıs adası;
1571 yılında Venedikliler ’den alınan ve 307 yıl Osmanlı hâkimiyeti altında kalan Kıbrıs’ın yönetimi 1878 yılında, hükümranlık hakkı Osmanlı İmparatorluğunda kalmak kaydıyla, İngiltere’ye devredilmiştir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere’nin ayrı saflarda yer almasının da bir sonucu olarak, İngiltere 1914’te tek taraflı bir kararla adayı ilhak etmiştir. Türkiye Ada üzerindeki İngiliz egemenliğini Lozan Antlaşmasıyla 1923’te tanımıştır.
18. yüzyıl başlarına kadar Kıbrıs’taki Türk sayısı Rumlardan fazla olmuştur. Tarımla meşgul olan Türklerin elindeki toprak miktarı da Rumlarınkinden fazla olmuştur. İki taraf arasında sosyal ve kültürel yaşam hep farklı kalmıştır.
Yıl 2024. Yunan askeri feribotları Datça kıyısındalar. Burnumuzun dibinde olup Yunanistan egemenliğinde olan ege adalarının Türkiye’ye bakan kısımları Yunan askeri birlikleri tarafından konuşlandırılmaktadırlar. Diğer bir değiş ile en ufak bir anlaşmamazlıkta bu birlikler ile saldırının başlayacağı planlanmaktadır. Tüm bunlar fiili bir kuşatmanın ön adımlarıdır.
Diğer yandan bir de hiçbir antlaşmaya dayanmadan yurdumuza yapılmış olan fiili bir başka kuşatma da vardır. Bu kuşatma Arabistan’dan, Suriye’den, Irak’tan, İran’dan ve Asya’daki İslam devletlerinden yurdumuza gelip göçmen olarak yerleşenlerdir.
Bu göçmenler, devletimiz tarafından korunmaya alınarak, her türlü ihtiyaçları, devletimiz tarafından karşılanılmaktadır.
İçerisinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntılarımızdan dolayı, kendi insanımızın geçinmekte büyük sıkıntılar çektiği bu zamanda, İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı tarafından açıklanan verilere göre Türkiye’de kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı göre toplam 3 milyon 96 bin 157 kişi oldu. Ülkemizde ikamet eden yabancı sayısı, böylelikle 5 milyonu geçmiştir.
Yurdumuz bu göçmenlerin dışında, özellikle eğitim de büyük bir değişiklik içerisine girmiştir. Fen okulları kapatılarak, İmam hatip okullarına döndürülmektedir.
Tüm lise, ortaokullar ile ilk okullarda müfredat değişikliği yapılarak, Arap yaşam şartlarına döndürülmeye çalışılmaktadır. Okullarda Arapça öğretilmeye başlanılmıştır.
Yunanistan’ın feribotlarla yurdumuz kara sularına girmesi bir kuşatma olarak anımsanırsa, devletimizin bu yapmış olduğu bu davranışlar ne olmaktadır.?
İlk konuda kuşatılmak istenen toprağımız, şimdi ise, yok edilmeye çalışılan benliğimiz olmaktadır.