İnanç, en geniş tanımıyla bir kişinin belli bir iddiayı ya da varsayımı, sezgisel yol ile “Doğru” ya da “Yanlış” kabul ettiği psikolojik bir durumdur. Bir düşünceye bağlı bulunma, Tanrıya bir dine inanma; imân, birine duyulan güven, itimat, inanma duygusu, inanılan şey, görüş ve öğretidir.
İnanç ve inanç konusu incelenirken Türklerin ilk dini olan Gök Tanrı dini hakkında açıklamalarda bulunulmuş, İslamiyet’e kadar geçen dönemde ise bazı Türk boylarına çeşitli nedenlerle etkilendikleri dinler hakkında bilgiler verilmiştir. Böylece Türklerin ilk dini olan Gök Tanrı dini ve en son kabul ettikleri İslamiyet arasında kalan dinlerin Türk kültürünü yok ettiği görülmüştür. Türklerin ilk dininden bahsederken günümüzde Şamanizm olarak geçen ve Türk’ün dini olarak ortaya sunulan sisteminin Gök Tanrı dini içerisinde bir inanç unsuru olduğu vurgulanmıştır. Din, birleştirici ve toplayıcı bir faktör olarak da toplumlarda önemli bir vazife görür. Din, bir disiplin olarak da fertlerin ve toplumların hayatında önemli bir rol oynar. İşte bu sebepler dolayısıyla fertlerin ve toplumların inançlarını düzene koyacak tesirli ve etraflı bir kurallar sistemine ihtiyaç vardır ki bu vazifeyi en faydalı bir şekilde din yapar. Din vicdanlara ve kalplere hakimdir.
İnsanoğlu acze düştüğü durumlarda önce sanata başvurur. Sanat hem korunma hem de sanat aracıdır. Dans, tiyatro, futbol vb. her türlü oyun ile müzik, heykel, resim vb. her türlü sanatın kökeninde bu maksat vardır. Sanattan yeterli sonuç alınmadığı durumlarda ise büyüye başvurulmaktadır. Büyünün baş vurulduğu alan ise daha çok dindir. İşte bu durumda önce üfürükçülük, ardından da dine dayalı birtakım kuruluşlar ortaya çıkar. Dini cemaatler, dini cemiyetler, tarikatlar kuruluşlar gibi..
İmanın aklî ve bilgisel temeline gelince, onun böyle bir temelden yoksun olduğunu söylemenin mümkün olmadığını belirtmek gerekir. Ancak, her ne kadar sağlam bir bilgi temeli olsa da, imanı salt bilgiye indirgemek, yani imanın ancak somut verilerle doğrulandığı taktirde doğru bir inanç olacağını söylemek de doğru değildir.
İman belli bir sonucun iradi olarak, ısrarla kabul edilmesi anlamına gelir ve bu anlamda bilgiyi de aşabilir. Bundan dolayı, iman ile bilgi arasındaki ilişkiye getirilecek determinist bir yaklaşım doğru olmaz. O halde iman, bilgiyle hiçbir ilişkisi olmayan bir kesin kabulden öteye, bilgi ile ilişkili ancak, bilgiyi de aşabilen ve yalnız bilgiye indirgenmesi söz konusu olmayan, bir görünmeyen ve bilinmeyeni onaylama ve bunu ifade etmedir.
Dinî inancın insanlardaki altyapısına gelince, genellikle insanların inanmaya ruhen yetenekli, yatkın ve elverişli oldukları kabul edilir. Latent (uyur) haldeki bu yatkınlık, çocuğun ruhundaki sınır tanımayan arayışla, dinî inancı kabule yönelir. Güvenme temeli üzerine kurulu olan bu süreçte, güvenmenin en üst sınırı asıl güveni veren varlığa dayanma ve bağlanmadır. Çünkü dinî inanç, esaslı bir güven kaynağı olma özelliğinden dolayı, insanın ihtiyaç duyduğu güvende olmayı sağlar.
İşte bu arzu edilen güven, yurdumuz toplumunda başımızda ki siyasilerin kendi çıkarları doğrultusunda gerek eğitim sistemimizde gerekse yaşamımızda yaptıkları ve yapmak istedikleri “Dini inançlarla toplumu kandırarak yönetmek” sevdası ile dini inançlarımıza daha çok bağlanılacak yerde, yeni neslin dini inançlardan soğutulmasına ve dini inançlardan uzaklaşmalarına neden olmaktadır.
Bu gelişimin toplumumuz üzerinde ki güvensizliği nerelere getireceği ve ne yazıktır ki olumlu olmayacağı ortadadır.