İran’ın sabahına düşen her bomba, yalnızca Tahran’ı değil, sınır komşusu olan Türkiye’nin geleceğini de titretiyor. İsrail’in son iki günde başta Tebriz olmak üzere yoğun nüfuslu İran şehirlerine gerçekleştirdiği bombardımanlar, artık bölgesel bir çatışmadan ziyade, küresel etkileri olacak bir savaşın habercisi haline geldi. Ve bu savaşın, ateşi yalnızca patlayan bombalarla değil, yerinden edilen milyonlarca insanla da yayılacak gibi görünüyor.
Türkiye, 534 kilometrelik İran sınırıyla coğrafi olarak bu yangının hemen dibinde duruyor. Hatırlayalım: Suriye iç savaşının ilk yıllarında Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı göç dalgası, sınır kapılarında oluşan yüz binlerce kişilik kuyruklar, kamplarda büyüyen bir nesil ve ülkemize ekonomik, sosyal, kültürel yükler bırakan büyük bir insani krizdi. Bugün o krizin sonuçlarını hâlâ yaşıyoruz. Ancak İran’dan gelebilecek olası bir göç dalgası, bu tabloyu farklılaştırabilir. Çünkü İran halkı, savaşın yıkıcılığından kaçarken sınır kapılarında beklemek yerine, doğrudan uçuşlarla Türkiye’ye gelebilecek ekonomik bir düzeye sahip. Bu, göçün biçimini ve hızını tamamen değiştirebilir.
İran 88 milyonluk nüfusuyla büyük bir ülkedir. Ve Suriye (22 milyon), Irak (44 milyon) ya da Afganistan (43 milyon) gibi geçmişte savaş görmüş ülkelerle kıyaslandığında, olası bir iç göç veya dış göç dalgasının etkisi çok daha büyük çaplı olabilir. Bugün İran’da şehirler bombalanırken, yarın bu ülkede eğitimli, varlıklı, orta sınıf ailelerin bile Türkiye’ye yönelmesi işten bile değildir. Bu noktada, sadece sınır köylerini değil; İstanbul, Ankara, İzmir, Van gibi büyük şehirleri de etkileyecek bir yoğunlukla karşı karşıya kalabiliriz.
Ve burada kritik soru şudur: Türkiye, yeni bir göç dalgasına hazır mı? Bu göç, yalnızca barınma ve istihdam gibi alanlarda değil, aynı zamanda toplumsal denge, kimlik politikaları, güvenlik ve kamu kaynaklarının paylaşımı gibi hayati alanlarda da büyük etki yaratacaktır. Bugün bile sosyal yapımız bu yükü zor taşırken, yeni bir dalganın hem sosyolojik hem de ekonomik sonuçları tahmin edilenden daha sert olabilir.
İran-İsrail savaşı, yalnızca iki devletin kapışması değildir. Bu savaşın yankısı; petrol fiyatlarından, gıda zincirine, enerji güvenliğinden Avrupa’nın mülteci politikalarına kadar geniş bir yelpazede hissedilecektir. Ancak en somut, en hızlı, en gerçek etki yine Türkiye’nin sınırlarına çarpacaktır. Ve eğer şimdiden hazırlık yapılmazsa, bu çarpışma sadece sınırlarda değil; şehirlerimizde, pazarlarımızda, kamu bütçemizde, toplumsal huzurumuzda yankılanacaktır.
Bugün savaşın gölgesinde İran şehirlerinde uyanan insanlar, yarın Türkiye’ye umutla, ama büyük bir çaresizlikle akın edebilir. Ve biz, bu yeni göç dalgasına sadece duvarlarla değil, planla, stratejiyle ve insan onuruna yaraşır çözümlerle hazırlanmalıyız.