Güvensizlik duygusu daha önce yaşanmış kötü tecrübeler, sağlıksız partnerlik ilişkileri, çocukluk döneminde yaşanan zorbalık, dışlanma, hayatın belli döneminde yaşanan travmalar veyahut bazı kişilik özellikleri, bireylerin güvensizlik duygusu yaşamasına neden olabilir.
Türkiye’de siyasal güven krizi, yalnızca kurumlar ve siyasetçilerle sınırlı bir hayal kırıklığı değil. Bu kriz, toplumun kendi siyasi failliğine dair duyduğu derin şüpheyle birleşiyor ve radikal değişim taleplerini körüklüyor. Güçlü lider figürü etrafında şekillenen bu talepler, halkın kapalı kapılar ardındaki siyasetten duyduğu rahatsızlıkla daha da güçleniyor.
Bir seçim sandığı demokrasinin kutsal mekânı gibi görülür. Halkın umutlarının ve taleplerin birleştiği yer olarak bilinir. Peki ya yüksek katılım oranlarına rağmen siyasi kurumlara olan güven dibe vurmuş durumdaysa, bunun sandığa yansıması ne şekilde olur? Sandığa giden ama sandığa giderken, inancını, umudunu değil güvensizliğini götüren seçmenler sandıkta nasıl bir hikâye yazar?
Görünüyor ki Türkiye’de siyaset sahnesi, toplumun kurumsal yapıya olan inancının giderek eridiği bir dönemin izlerini taşıyor.
Yapılan araştırmalara göre, katılımcıların yüzde 52’sinin siyasal kurumlara “hiç” güven duymadığını, “az” güven duyanlarla birlikte bu oranın yüzde 70’e yükseldiğini ortaya koyuyor. Asıl şaşırtıcı olan ise bu tablonun yalnızca muhalefetle sınırlı kalmaması. AK Parti seçmenlerinin yüzde 45’i, MHP seçmenlerinin ise yüzde 53’ü siyasal kurumlara ya hiç güvenmediğini ya da az güvendiğini ifade ediyor.
Kurumlara “çok” güven duyanların oranı ise yalnızca yüzde 2; yani bir yankı kadar zayıf.
Bu tablo, siyasi elitlere duyulan derin güvensizlikle daha da anlam kazanıyor. Katılımcıların yüzde 83’ü, siyasetçilerin halkın ihtiyaçlarından çok kendi çıkarlarını düşündüğünü söylüyor.
Her beş kişiden üçü, seçim sonuçları hangi parti lehine olursa olsun hayatlarında bir şeyin değişmeyeceğine inanıyor. Bu umutsuzluk, özellikle hiçbir partiye oy vermeyeceğini ifade edenlerde zirveye ulaşıyor.
Siyasal sisteme olan güvensizlik, yalnızca hayal kırıklığı değil, aynı zamanda komplo teorileriyle de besleniyor. Katılımcıların yüzde 60’ı, iktidar kim olursa olsun asıl kararların küçük ve gizli bir grup tarafından alındığı önermesine katılıyor.
Bu inanç, siyasi süreçten tamamen dışlandığını hisseden seçmenler arasında yüzde 67’ye kadar çıkıyor. Komplocu düşünceler, vatandaşların siyasette etkisiz olduğu duygusuyla birleşiyor. Her iki katılımcıdan biri, kendi gibi sıradan insanların siyaset üzerinde hiçbir etkisinin olmadığını düşünüyor. Üstelik bu düşünce, iktidar ve muhalefet seçmenlerinde ciddi bir kesişim gösteriyor. AK Parti seçmenlerinin yüzde 40’ı, MHP seçmenlerinin yüzde 35’i ülkede alınan kararlarda kendileri gibi vatandaşların etki sahibi olamadığını düşünüyor.
Görülüyor ki kapalı kapılar ardında yürütülen siyaset, vatandaşın güvenini ve ilgisini köreltiyor.
Katılımcıların yüzde 86’sı, siyaset daha açık olsa vatandaşların politikayı daha fazla takip edebileceğine inanıyor. Şeffaflık eksikliği, vatandaşta, siyasete etki edebilmek şöyle dursun, siyaset sahnesinde tam olarak ne olup bittiğini anlayabileceklerine dair en temel güvenlerini dahi sarsıyor.
Öyle görünüyor ki Türkiye’de siyasal güven krizi, yalnızca kurumlar ve siyasetçilerle sınırlı bir hayal kırıklığı değil. Bu kriz, toplumun kendi siyasi failliğine dair duyduğu derin şüpheyle birleşiyor ve radikal değişim taleplerini körüklüyor.
Yurdumuzun, siyaset ile ilgisi olmayan, sadece vatanını ve vatandaşını düşünen, bilgili, azimli, ırk ve din kavramını gözetmeden, bağımsız bir şekilde görev yapabilecek vatan severlere ihtiyacı var.