Bir zamanlar yurdumuzun müdafaasında görevli olan silahlı kuvvetlerimiz, devlet idaresinin gidişatını beğenmediği taktirde 12 Eylül ve 27 Mayıs hadiselerinde olduğu gibi devlete el koyar idi. Yani, asker olarak beğenilmeyen iktidara, mevcut devlet düzenine karşı ihtilal yapardı.
Bu müdahalelerde temel hukuki dayanak, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinde yer alan, “Madde 35 – Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır.” hükmü olmuştur.
Ancak 12 Eylül Darbesi’nin yargılanması için hazırlanan iddianamede bu maddenin darbeye meşruiyet kazandırmayacağı ve hiçbir kanun maddesinin Anayasa’nın üzerinde olamayacağının altı çizildi.
Devlet düzeninin temel kurumlarından TBMM’yi ve tüm hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak için 35. maddeyi gerekçe göstermenin hukuka aykırılığa kılıf bulma gayreti olduğu aktarıldı.
Bu askeri müdahalelerinin yapıldığında devletin gidişatı ve halkımızın memnuniyetsizliği göz önüne alınırdı.
Türkiye 1946 yılındaki demokratik seçimlerle çok partili hayata geçiş yapmıştır. TSK, iç güvenliğin tehdit altında olduğunu ifade ederek bazen bazı yasaların geçmesini engellemek ya da bazı yasaları geçirmeye zorlayarak, bazen de Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerini istifaya zorlayarak ya da alaşağı ederek demokratik sivil yönetime müdahale etmiştir.
Bu darbe ve muhtıralar bazen emir komuta zinciri içinde (12 Eylül Darbesi gibi), bazen de emir komuta zinciri dışında sadece bir grup subay tarafından (27 Mayıs Darbesi gibi) planlanmış ve icra edilmiştir.
Darbe, ordu veya diğer hükümet elitleri tarafından görevdeki lideri görevden almak için yapılan yasa dışı ve açık bir girişimdir. Kendi kendine darbe, yasal yollarla iktidara gelen bir liderin yasa dışı yollarla iktidarda kalmaya çalışmasıdır.
TSK, 1960 ve 1980 yıllarında iki kez yönetime el koymuş, 1971 ve 1997 yıllarında ise hükûmeti istifaya zorlamıştır.
2007 yılından sonra Türk Silahlı Kuvvetlerinin bazı muvazzaf ve emekli mensupları, “dar-be planı ve ülkeyi kontrol altına almak amaçlı kaos planları iddiaları”na ilişkin davalarla ilgili olarak yargılanmaya başlamıştır. Bu davalar arasında Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven darbe teşebbüsü iddiaları, Balyoz darbe planı, İrticayla Mücadele Eylem Planı, Ergenekon davaları, 12 Eylül Darbesi ve 28 Şubat Süreci davaları bulunmaktadır.
Bu davalar çerçevesinde 200’den fazla TSK mensubu tutuklu olarak yargılanmıştır. Yapılan yargılamalar sonucunda; Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz, Eldiven, Balyoz, Ergenekon davalarının TSK’ye kurulan bir kumpas olduğu, sahte delillerle ordunun yetkin durumunun bozulmasının amaçlandığı ortaya çıkartılmış, soruşturmaları başlatan tüm savcılar hakkında davalar açılmış ve bu savcılar meslekten menedilmişlerdir.
15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi (!) sonrası; 12 Eylül Darbesi’nin lideri Kenan Evren’in ifadesini alan dönemin Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’ya dava açan dönemin Ankara Cumhuriyet Savcısı, açılan davaya ilk bakan hâkimler ve iddia makamında bulunan savcılar, “Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) soruşturması” kapsamında meslekten ihraç edilmişlerdir. Tıpkı günümüz iktidarının Habur sınır kapısında 1918 de “Türk-menlere gönderiliyordu” denilen 3 adet cephane ve silah yüklü TIR’ın PKK terör örgütünün karşısında olan bir terör örgütüne, PKK ya karşı kullanılsın diye gönderildiği ifade edilmesi gibi. Tırlar dolusu cephaneyi yakalayan emniyet ve silahlı kuvvetimizin yetkilileri cezalandırıldılar.
Yıl 2025. Hangi siyasi partiden olunursa olunsun, yurdumuz, tüm siyasi partilerin elinde oyuncak olmuştur. Siyasiler, ülkemizin içerisinde bulunmuş olduğu ekonomik sıkıntı ve yoklukları göz önüne almaksızın sadece kendi çıkarları peşindedirler.
Ülkemizin de sabrının bir sınırı vardır. Önemli olan, bu sabrın, sabır taşı gibi çatlamasına meydan verilmemesidir.