Türkiye’de demokrasi ve hukuk kaldı mı; önümüzdeki birkaç ay içinde netleşecek aslında; 2026’ya bile kalmaz bence.
Her ne kadar kendileri Ak Parti denilmesinde ısrarcıysa da; ben hep AKP demeyi sürdüreceğim. Zira, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) adıyla kurulan siyasi partinin, uygulamaları ve getirdiği sistemle, adaletle bağdaşmadığı ve ülkeyi değil, partilileri ve bazı kesimleri kalkındırdığı ortadayken, bu adı daha fazla kullanmayı tercih etmediler sanırım. Ak’ım demekle kimse aklanamaz aslında; ama, Ak Partili olunca, “Aklanabiliyorlar!”. Diğer yandan; suç isnat edilen masumlar, aylarca tutuklu kalabiliyor.
AKP iktidar olduktan kısa süre sonra, çalışmak için yurtdışına gittim. (Çin Uluslararası Radyosu Türkçe Bölümü’nde uzman olarak bir buçuk yıl görev yaptım.) O dönemde internet, hele Çin Halk Cumhuriyeti’nde, sağlıklı ve yaygın kullanılamadığından, Türkiye’deki gazeteleri, televizyonları düzenli izleyemediğimiz için de ülkeyi ancak dışarıdan ve yabancıların da bakış açıları ve görüşlerini dikkate alarak izleyebiliyorduk. Şubat 2006’da Türkiye’me döndüğümde dikkatimi iki önemli husus çekti: Başörtülü (türbanlı) olmasına karşın, bol makyajlı, çekici giysiler giyen ve lüks araç kullanan, hatta tırnakları manikürlü, ojeli kadınların ve sakallı erkeklerin sayısındaki artış; haber bültenlerinde ahlaksal ve toplumsal yozlaşmayı ortaya koyan iki olay (14 aylık bir kız bebeğe anasının rızasıyla, bir erkeğin tecavüz ederek ölümüne neden olması; milli bir basketçinin manken sevgilisiyle seviştiği görüntüleri internette yayması.) Bana, “Ülkeye ne olmuş böyle?!” dedirtti.
Anayasaya aykırı yasa, yasaya aykırı yönetmelik olur mu?
Döndükten hemen sonra, İzmir’deki o zamanın en eski ve büyük yerel televizyon kanalının haber merkezinde editör ve muhabir olarak çalıştığımda, ister istemez uzak kaldığım siyasal ve ekonomik yaşamı araştırıp, irdelemeye başladığımda da şu kanılara vardım: Sağdaki ve soldaki siyasi partilerde, temsil ettikleri ideolojiden, alt yapılarından, kuruluş amaçlarından, tabanlarını oluşturan ya da oy aldıkları halk kitlelerinden uzak yapılaşma ve uygulamalar fazlalaşmış. AKP iktidarı zamanında yapılan yasal düzenlemeler hukukun temel ilkeleri ile çelişiyor. Anayasaya aykırı yasa, yasaya aykırı yönetmelikler çıkıyor!
İlkokul mezunlarının bile milletvekili olabildiği (ve üç beş yılda emekli olup, asgari ücretin 10 misli aylık aldığı) Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında böyle yasalar (Bir de TORBA YASA diye bir saçmalık çıkmış.) oylanıyor diyelim; mevzuatı bilen bürokratlar, meslek kuruluşları, demokratik kitle örgütleri niye itiraz etmezler! Basın niye bu konulara dikkati çekmez? (Örneğin; ben o dönemde SGK’nın ilgili yönetmeliğinin, “Analık Borçlanması” ile ilgili yasayla çeliştiğini, bu haktan yararlanmak isteyen bazı kadınların ayrıca iş mahkemelerine dava açmak zorunda bırakılarak mağdur edildiğini yazmıştım.)
Daha önce de defalarca dile getirmişimdir: Üniversitede Hukukun Temel Kavramları, Kamu Hukuku, Özel Hukuk, Kitle İletişim Hukuku (Fikri Haklar), Ceza Hukuku, Anayasa Hukuku gibi dersleri, o derslerin duayenlerinden alma şansını elde ettik. Hukuk’un temel ilkelerindendir: Bir yasal düzenleme, üst yasal düzenlemelere (İmzalanmış Uluslararası Hukuk Sözleşmelerine, Anayasaya, İlgili Yasalara) aykırı olamaz. Ayrıca, Siyaset Bilimi ve Toplumbilim derslerimizden de biliyorduk ki; “Ülkede en kötü yasal düzenleme, kurallar bile kuralsızlıktan, yasasızlıktan iyidir; çünkü, halk nelere uyması gerektiğini, hangi durumda cezalandırılacağını bilir.” Peki, Türkiye’de şimdi öyle mi?
“İlahi Adalet”e hak ederek güvenmeli
İşin acı tarafı; Demokrasi ve Hukuk alanında birbirine paralel, ivme kazanan hızlı bir geri gidişe son 20 yılda hepimiz tanıklık ettik.
Demokrasinin olmazsa olmazı “Güçler Ayrılığı” İlkesi; “Cumhurbaşkanlığı” denilen ve Türkiye’de aslında uygulanması olanaksız bir siyasal sistem, Sıkıyönetim dönemlerine özgü Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK), hükümet ya da kabineyi oluşturan “Bakanlar Kurulu”nun atanan “Sekreterler Kurulu”na dönüşmesi, parti başkanlığını bırakmayan Cumhurbaşkanı’nın Yargı’ya doğrudan müdahale etmesiyle ortadan kalktı.
Hukukun temel ilkeleri ve Anayasa Mahkemesi kararları bile siyasi iktidar ve güdümündeki kurumlar tarafından hiçe sayılırken, herkes her türlü bahane ile “Kaşının üzerinde gözün var” denilerek, tutuklanabilir hale geldi! Sanki, Atatürkçü, Türkçü, yurtsever olmak suç! Ama, bakıyoruz; suçluluğu kanıtlanan saldırganlar, sapıklar, hırsızlar, katiller salınıveriyor ve aynı suçları işlemeyi sürdürüyorlar!
Demokraside, yönetenleri yönetilenler adına denetlemekle görevlendirilen bu nedenle “Dördüncü Güç” sayılan basın ve yayın kuruluşlarının durumuna değinecek olursak; “Yandaş Basın”, “Havuz Medyası” gibi adlandırmaların dışında kalan basın kuruluşları ve iktidarın güdümüne girmeyen gazeteciler baskı ve yıldırmayla etkisizleştirilmeye çalışılıyor. Bilinçli kitleler, internet olanaklarını da kullanarak, siyasi iktidarın propaganda aracına dönmüş basın kuruluşları yerine, diğerlerini sadakatle izlemeyi sürdürüyor.
Devletin böyle yönetilmesi, ülkenin bu hale getirilmesi; ciddi toplumsal bunalımları tetikler. Yıllar önceki bir yazıma başlık olan “Anomi” böyle koşulları, durumları tanımlamak için kullanılır işte. Ancak, Türkiye öyle bir coğrafya, Türk Halkı öyle bir halk ki; şerden hayır çıkarmayı bilir; kendini bilir, bir olur, ülkesine, geleceğine sahip çıkarsa…
Gülçin ERŞEN – 8 Eylül 2025