Türk halk kültürünün üç önemli unsuru burada örnek olarak verilecektir. Bunlardan birincisi, hayatın başlangıcını doğum ile ilgili kültürel unsurlardır. İkincisi ise Türklerin hayat felsefesinin metafizik boyutunu da ilgilendiren sayılar ile ilgili kültürel unsurlardır. Üçüncüsü ise, Türklerin tabiat ile ilişkilerinin ne derece geniş boyutlu olduğunu göstermesi bakımından renklerdir.
Kuşkusuz Türk kültürünün ortak motifleri, kısa bir anlatım sınırları içinde tamamen tüketilemeyeceğinden, böyle bir sınırlandırmaya gidilmiştir. Türk Halk Kültüründe Doğum Adetleri: Albastı olgusu, Türklerin doğum adetleri arasında en yaygın ve önemli örneklerinden birisini oluşturmaktadır. Türklerin eski inançlarından birisi olan ‘’Al Ruhu’’ nun sonraları doğum adetlerinden olan ‘’Albastı’’ olgusuyla bir ilişkisi vardır. Mesela ‘’Albastı’’ kırmızı renkten korkmaktadır. Bu nedenle lohusanın başına beyaz yaşmak ve kırmızı tül bağlanır. Lohusaya kırmızı altın takılır ve kırmızı şeker hediye edilir (Genç, 1997: 15). Bu gün Anadolu’da gelin adayının beline babası tarafından kırmızı kuşak bağlanır. Aynı anlamda geline kırmızı kurdeleli altın takılır, damada mavi renkli. Afet İnan, al kelimesi ile ilgili olarak şunları yazmaktadır: ‘’Al kelimesinin ateş kültü ile bağlı olduğunu gösteren bir emare de bütün Türk kavimlerinde yaygın olan ‘’Alazlama’’ merasimidir. Alazlama, Orta ve Doğu Asya Türklerinde ateşle temizleme ve takdis merasimidir. Anadolu’da da Alazlama bir tedavi usulüdür. Bunun için kırk bir tane al renkli keten bezinden, okuyarak parmağa bir ip yumağı yapılır. Sonra bu yumak ateşte yakılarak külü tekrar bir al bez üzerine konur ve bununla alazlanır. Al ruhu, eski Türk panteonunda kuvvetli, belki hami tanrılardan biri olmuştur. Al kelimesinin ateş kültü ile alakalı olması bilhassa bu ruhun en eski devirlerde hami ruh, ateş ve ocak ilahesi olduğunu göstermektedir.’’
Gelenek kavramı, birçok sosyal bilim kavramı gibi oldukça muğlâk bir anlama sahiptir. Bu, büyük ölçüde modern zamanların bilim anlayışından kaynaklanmaktadır. Ancak bizatihi kendisi de modern bir kavram olan geleneğe, her iki taraftan da sağlıklı bir yaklaşımın olduğu söylenemez. Bir tarafta, modernitenin, kendini inşa ameliyesini gelenek üzerinden gerçekleştirmeye çalışması ve kendini “geleneksel olmayan” olarak takdim etmesi söz konusu iken; diğer yanda, “geçmişi bugünde yaşatma kaygısında olan ve geleneği, tarihin bir “an”ında sabitleyerek onu muhafazaya çabalayan gelenekçilik” bulunmaktadır.
Her iki yaklaşım da, geleneği kendi mecrasının dışına çıkarma çabası içerisinde bulunmakta; ya da zımnen böyle bir işlev görmektedirler. Buna rağmen ikisinin de birer değer veya yapı olmalarının ötesinde birer “zihniyet şeması” oldukları, ya da bilinç kategorilerini ifade ettikleri kabul edilmelidir. Ancak gelenek, bu “iki düşman kardeş”in savaşının ortasında kalmasına rağmen hala varlığını sürdürmektedir