2. Bölüm
(Geçen makalemizden devam)
Toplumsallaşma, genel olarak, bireyin içinde yer aldığı grubunun normlarını, değerlerini, tutumlarını ve karakteristik dilini edinmesi yönündeki etkileşim sürecine gönderme yapar. Bu kültürel öğelerin kazanılması sırasında, bireysel kişilik oluşur ve şekillenir. Buna göre, toplumsallaşma kavramının sosyal hayatın iki önemli problemini içerdiği söylenebilir; toplumsal devamlılık problemi ve bireysel gelişim problemi. Bu problemler, toplumsallaşma konusunun, pek çok sosyal bilim tarafından önemli-temel bir süreç olarak kabul edilmesini sağlamıştır.
Toplumsallaşma olgusu, 1800’lü yılların sonundan itibaren, antropoloji, psikoloji, sosyoloji ve politik yazılarda kullanılmaya başlanmıştır. Her bir disiplin toplumsallaşma sürecinin farklı yönleri üzerinde odaklanmıştır. Antropologlar, toplumsallaşmayı ‘kültüre girme’ (enculturation) ya da kuşaklararası kültürel aktarım sürecine gönderme yapmak için kullanmışlardır. Psikologlar, kültür aktarımına daha az vurgu yaparken, bireysel gelişimin çeşitli yönleri (dürtü kontrolünün kazanılması, bilişsel ve duyuşsal gelişim, öğrenme, gibi) üzerinde daha fazla durmuşlardır. Sosyoloji toplumsallaşmayı, bireyin yaşadığı fiziksel ve sosyokültürel ortama uyumunu düzenleyen kişisel özelliklerin -bilgi, beceriler, tutumlar, değerler, gereksinimler ve motivasyonlar, bilişsel, duygusal, modellerin- edinilmesi süreci olarak ele almıştır. Politik bilim ise, toplumsallaşma konusunu sınırlı bir çerçeve içerisinde ele almış ve daha çok siyasal davranışların ve yönlendirmelerin biçimlendirildiği ve vatandaşlık eğitimi gibi süreçleri içeren siyasal toplumsallaşma kapsamında incelemiştir.
Bu genel yaklaşımlarda da görüldüğü üzere, her bir disiplin bireyin kişisel ve sosyal gelişimini faklı teoriler içerisinde ele almaktadır. Bu teorik yaklaşımlar, genel olarak iki kategori içerisinde ele alınmaktadır. Bunlar:
- Sosyal bir varlık ve toplumun üyesi olarak bireyin gelişimi,
- Düzenli sosyal ilişkiler ve insan topluluklarının birliği ve devamlılığı.
Buna göre toplumsallaşma, toplumsal hayatın iki önemli yönüne hitap etmektedir: insanın gelişimi ve toplumsal/kültürel devamlılık. Bireyin toplum/sal’la olan etkileşimi sırasında bir taraftan birey, ait olduğu grubunun normlarını, değerlerini, tutumlarını ve karakteristik dilini öğrenirken bireysel kişiliği ve şahsiyeti oluşur ve şekillenir.
Diğer taraftan da, toplumdaki sembollerin ve tutumların üyeleri tarafından edinilmesi ya da paylaşılması, toplumsal/kültürel birlikteliği ve devamlılığı sağlar.
Dolayısıyla, en genel anlamda toplumsallaşma olgusunun temel konusunu, birey ve toplum/sal kavramları ile onların karşılıklı etkileşiminin oluşturduğu söylenebilir. Toplumsallaşma kavramı bilimsel platformda tartışılmaya başlandığında, bu tartışmaların temel amacını, bireyin toplum/sal’la olan ilişkisini anlama ve açıklama çabaları oluşturmuştur. Bu çerçeveden hareketle, sosyal bilimlerdeki her bir disiplin kendi perspektifinden yola çıkarak şu sorulara cevap bulmaya çalışmıştır: Birey ve onun davranışı ile toplum arasındaki ilişki nedir ve nasıl gerçekleşir? Bireyin kişiliği nasıl gelişir? Bireyler, kalıtsal etkiler ayrı tutulduğunda, toplumun norm ve değerlerini nasıl benimserler? Bu ve benzeri sorular sosyal bilimlerin çözüm bulmaya çalıştığı ve de güncelliliğini de hâlâ devam ettiren konular arasında yer almaktadır.